Akademisyen Ferhat Kentel: ‘Milliyetçilik totaliterliğin eksik taşlarını döşer’
ANKARA – İttifak sistemindeki değişiklikler, ortak listeler, kararsız seçmenler, deprem, ekonomi… Etkisi tam olarak tahmin edilemeyen pek çok bilinmeyenle yapılan 14 Mayıs seçimini geride bıraktık. 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci seçime hazırlanırken siyasi partilerde, anket şirketlerinde ve medya kuruluşlarında birçok kişi seçim tahminlerinde yanıldı. Bu hatanın değerli sebeplerinden biri de toplumun büyük bir kısmının hayatını zorlaştıran ekonomik zorluklara rağmen milliyetçi söylemlerin sandıkta karşılanmasıydı.
Sinan Ateş cinayetine sessiz kalması, ittifak ortağı olmasının ekonomik sorunlardaki sorumluluğu, partiden kopan isimlerle kurulan siyasi partilerin varlığı gibi nedenlerle oylarda düşüş beklenen Milliyetçi Hareket Partisi. MHP, beklenen düşüşü yaşamadı; Aksine milletvekili sayısı arttı.
MHP’den ihraç edilen cumhurbaşkanı adayı Sinan Ogan, yüzde 5.17 oyla seçimin öngörülemeyen sonuçlarından birini daha ortaya koydu. Seçim kampanyasını Türklük ve milliyetçilik üzerine kuran Oğan, 3 milyona yakın oy aldı.
Ankara Enstitüsü ve İstanbul Politikalar Merkezi’nden Ferhat Kentel ve Hatem Ete tarafından 2022 yılında yayınlanan “Türkiye’de Milliyetçilik Algısı” araştırması, bugün önümüzde duran seçim sonucunu öngören bilgiler içeriyor. Bir yıl önce tamamlanan bu araştırmada ‘Vatanını ve devletini sevmeyenler Türkiye’yi terk etsin’ diyenlerin oranı yüzde 57. “Yanlış yaptığınızı düşünsem de devletimi savunurum” ifadesine katılanların oranı yüzde 41.
Araştırmanın mimarlarından Prof. Ferhat Kentel, 14 Mayıs seçim sonuçlarının “Türkiye’de Milliyetçilik Algısı” araştırmasının sonuçlarıyla büyük ölçüde örtüştüğünü söylüyor. “Daha milliyetçi” bir kampanya gidişatının muhalefetin ikinci tip cumhurbaşkanlığı seçimine katkı sağlamayacağını ifade eden Kentel, riske de dikkat çekiyor: “Herkesin milliyetçi olduğu bir ortamda totalitarizmin eksik taşları atılmış olur.”
Kentel’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
‘ERDOĞAN’IN DEĞİŞME OLASILIĞI VE GEÇMİŞİNDEKİ BAĞLANTISIZLIĞI’
2022’de hazırladığınız “Türkiye’de Milliyetçilik Algısı” araştırmasının sonuçları 14 Mayıs seçimlerinin sonuçlarıyla örtüşüyor mu??
Büyük ölçüde örtüşüyor. Toplumdaki kaygı ve travmatik durum hem bahsettiğiniz araştırmada hem de BAYETAV olarak gerçekleştirdiğimiz “Birlikte Yaşıyoruz” araştırmasında mevcuttu. Seçim sonuçları bunu gösteriyor. Toplumun yarısının bir güvensizlik duygusuyla siyasete yönelerek iktidara oy verdiğini gördük. Ancak araştırmamızda, devlet güdümlü ve manipüle edilmiş bu kaygıya karşı orta bir zeminde yaşama isteğini de tespit ettik. Seçimler de bunu bir ölçüde ortaya koydu.
Elbette “toplumun yarısı tamamen korkuyor, yarısı bir arada yaşamak istiyor” diye bir şey diyemeyiz ama toplumun genel kaygısını yansıtan siyasi yönelim iktidar partileriyle örtüştü. “Aslında başka türlü de yaşanır” diyenlerin hissiyatı muhalefet partilerine de yansıdı.
‘Korku’ derken, endişe derken neyi kastediyorsunuz, biraz açar mısınız?
Geçmişten gelen güvensizlik. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet inşasında yeni yurttaşlar yaratma politikaları daha muhafazakâr, daha taşralı ve daha dindar bir demografik yapı üzerine inşa edilmiştir. Bu “vatandaş inşası süreçleri”nin sonuçlarından bahsediyorum. Yeni vatandaş yaratırken devlet olarak uyguladığınız politikalardan rahatsız olan dindar, muhafazakar ve taşralı kesimler oldu ve bu kesimler kendilerini aşağılanmış hissettiler. Bundan dolayı bugün Erdoğan’ın diğerlerinin gidip gelmesiyle geçmişten gelen tedirginlik ve güvensizliğin yarattığı bir oy verme davranışı ortaya çıkmıştır.
‘BİZİ BİRİ YÜKLER Mİ’ KORKUSU BU SONUCA YOL AÇTI
Tabii ki “Cumhuriyet’in kuruluşu” dedim ama siz bunu çok daha geniş bir sürece yayabilirsiniz. Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana yaşananları ve tüm o darbe dönemlerini düşündüğünüzde buna benzer pek çok endişe ortaya çıkıyor. Bu ülkenin cemaatçi bir yapısı var ve bu cemaatin olmasının sebebi de bu kaygılar. “Biri gelip bizi yerimize mi edecek, değerlerimize lanet mi okuyacak, geleneğimizi mi bozacak, dinimizi unutturacak mı, başörtümüze karışacak mı” gibi kaygı ve kaygılar ortaya çıkıyor ve tüm toplumsal kesimlerde kaygı nedeniyle bir içe kapanma hali ortaya çıkıyor. . Bu endişe güvensizliğe neden oluyor ve bu da daha sağcı siyaseti güçlendiriyor.
‘AK PARTİ VE MHP OYLARI KENDİNİ GÜÇ DÜŞÜNÜYOR KRİZİ GÖREMİYOR’
14 Mayıs seçimlerinin sonuçlarının milliyetçi oylar ve reflekslerle belirlendiği, seçimin galibinin milliyetçilik olduğu yorumlanıyor. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi’nin Sinan Oğan cinayetinde sessiz kalması nedeniyle oyların düşeceği yorumları yapılırken MHP oylarını koruyarak milletvekili sayısını artırdı. Ülkedeki ekonomik sorunlara rağmen yarışta öne geçen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milliyetçi ve militarist söylemleri karşılandı. Ayrıca milliyetçi tabana bir kez daha seslenen cumhurbaşkanı adayı Sinan Ogan da beklenenden çok daha yüksek oy aldı. Bütün bunlar nasıl okunur? Milliyetçilik seçimi kazandı mı?
Çoğunlukla, seçimi kazanan milliyetçilik oldu.
Bir sınıfın çıkarları tesadüf gibi görünen ekonomik krizlerden etkilenmeyebilir. Sınıflar, “Genel ve uzun vadeli çıkarlarımız söz konusu olduğunda bazı küçük ekonomik krizleri görmezden gelebiliriz” diyebilir. Bugün AK Parti ve MHP’ye oy verenler, 2002 sonrası yaşanan iktidar yapılanmasında kendilerinin iktidarda olduğunu zannediyor ve bu iktidarı sürdürmek adına mevcut ekonomik krizi göremeyebiliyor.
Bu sınıf bağlantısını biraz “devrimci” bir durum olarak düşünebilirsiniz. Bir devrimden sonra ortaya çıkan yeni sınıf iktidarını korumak için her şey göze alınabilir. Ancak AK Parti ve MHP’nin özellikle kapitalist bir toplumda sınıfsal ilişkilerden bahsetmesini beklemenin bir anlamı yok. Bütün bu sınıfları kültürel dilin altına saklıyorlar. O dilde milliyetçilik, Türklük şemsiyesi altında “hainler, düşmanlar, uluslararası güçler” şeklinde şekilleniyor. Ekonomik krizin sınıflar arası ilişkilerdeki vahim sonuçlarından bahsetmek yerine bahsettiğimiz kaygılara dayalı bir politika üretiyorlar. Dolayısıyla ekonomik krizler de etkili olmuyor. Bunun yerine var olma motivasyonu ön plana çıkar. Bu ekonomik kriz sorunu da varoluş üzerine inşa edilen dil ile aşıldı.
‘OĞAN SEÇMEN KAMUOYU ARAŞTIRMACIYLA KONUŞMADI, OY VERDİ’
Sinan Ogan’ın oylarındaki beklenmedik yüksek oranı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cihan Tuğal, tüm dünyada popülist sağa oy veren seçmenin oy verme niyetini ortaya koymadığını söyledi. Çünkü bu sağcı, popülist, ırkçı partileri seçenlerin bir şeyi normatif bir biçimde, belli maliyetler üzerinden anlatması çok zor. Vatanı korumak için “Suriyeliler dışarı” diyebilirsiniz. Ancak her durumda bir risk vardır; Aslında “komşumuz, akrabamız” dediğiniz Müslüman coğrafyadan insanların kovulmasını istiyorsunuz. Bu çok kolay söylenebilir ve ahlaki olarak savunulamaz. Bunu çok uygun ideolojik ilişkilerle açıklamak zorundasınız. Dünyanın her yerindeki milliyetçi partiler, insanların mırıldandığını, mırıldandığını yüksek sesle söyleme “cesaretine” sahiptir. Bu nedenle kişi ahlaki olarak savunamayacağı şeyi kamuoyu araştırmacısına söylemez, sandıkta tek başına kaldığında bu konuda pas geçen partiye, cumhurbaşkanına oy verir. AK Parti ve MHP’den daha sağda olan, ırkçılığa giden, radikal sözler söyleyen aday da bu tür oyları aldı.
Görünen o ki Erdoğan’ın milliyetçi ve muhafazakar söylemi de karşılık buluyor. Hangisi daha etkiliydi? Milliyetçilik mi, din mi yoksa rastgele bir kişinin diğerine baskın olmaması mı?
Modern ulus devletler olarak dini duyguların azaldığı ve yerini laik milliyetçi duyguların aldığına dair bir hafızamız var ama ‘laik milliyetçi’ duygu dediğimiz duygu aynı zamanda dinsel bir duygudur. Dinsiz laik milliyetçi duygu yoktur. Milliyetçilik, dindarlar kendilerini ifade ederken, iktidar çıkarları değişince ortaya çıkan ideolojidir. İnsanlar kendilerine milliyetçilik demeye başlarlar. Halkın milliyetçiliğe olan bağlılığı asla dinden arındırılmış bir milliyetçilik değildir. En Kemalist, en Kemalist, en çağdaş diyebileceğimiz kesimlerde “dini” bir niyet vardır. Bu nedenle dinci ve milliyetçi telaffuzlar insanları çok daha kolay yakalayabilen telaffuzlardır. Bir yanda geçmişten gelen dini içeren bir üslup, telaffuz; Öte yandan okulda öğrendiğimiz “Atatürk, ordu, silah, savaş”… Daha önce fetheden bir dini cemaat vardı, onun yerine bugün yine fetheden dünyanın önde gelen milliyetçi cemaati. Dinin de kutsalı vardır, milliyetçiliğin de kutsalı. Önemli olan “kutsal”a inanmaktır. Kutsal olana inanıyorsanız, onları kolayca uzlaştırabilirsiniz.
KILIÇDAROĞLU’NUN İŞİ ZOR: IRKÇI OLMAK KOLAY, IRKÇILIKLA MÜCADELE ETMEK ÇOK ZOR
Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, saldırıları ve kullandığı dille elinden geldiği kadar milliyetçi ve muhafazakar seçmene ulaşmaya çalıştı. Muhafazakar seçmenin endişelerini giderecek açıklamalarda bulundu, “Bizim milliyetçiliğimiz onlarınki gibi değil, biz köktenci milliyetçileriz” gibi açıklamalarda bulundu ve bazı şehirlerde kitleleri idealist bir işaretle selamladı. Kılıçdaroğlu neyi kaçırdı? Bütün bu söylemler ve saldırılar neden milliyetçi seçmene yansıtılmadı?
Demek ki kendini güvensiz hisseden kitlelere güven verecek bir dil yoktu. Ayrıca, hükümetin yarattığı kaygı retoriği muhtemelen daha iyi çalıştı. “Arkalarında teröristler var, Hans var, Amerika var” dili çok daha kolay ve inandırıcı bir telaffuz haline geldi.
Bir de şu var: Irkçılığa karşı hangi dili kullanacaksınız? Irkçılık mantıksızdır. Bazı insanların üstün, oburlarının ise aşağı olduğunu söylemek mantıksızdır. Bu yüzden bazı ırkçılar ülkeye gelen insanları küçük düşürürken siz buna karşı ne ve nasıl diyeceksiniz? Çoğu zaman rasyonel bir dil kullanılır ve “Bu insanlar zaten kapitalist yöneticilerin yarattığı bir dünya sonucunda buradalar” denilir. Varlığının tehdit altında olduğunu hisseden ve kolay cevap isteyen insanlara bu durumu bu akılcı dille anlatamazsınız. Demek ki bütün bu akıl dışı, kaygılı konuşma siyaseti karşısında Kemal Kılıçdaroğlu kendi dilinden yeterince konuşamıyordu. Çok güzel açıklamalar yapıyor ama kafasına fazla yüklenmeden korkan ve kendisini rahatlatacak cevaplar bekleyenleri tatmin edemiyor. Irkçı olmak kolaydır ama ırkçılığa karşı mücadele etmek daha zordur.
‘MİLLİYETÇİLİKTE OY KAZANABİLİRSENİZ SÜREKLİ DÜŞMAN YARATMAK ZORUNDASINIZ’
Başından beri bahsettiğimiz milliyetçi reflekslerin önümüzdeki dönemde Türk toplumu için bir risk oluşturma şansı var mı? Şiddet ve ırkçı saldırılar gibi istenmeyen olaylara kapı aralanacak bir süreçte miyiz?
Böyle bir varlığın ve böyle bir devlet yönetiminin her zaman olabilmesi için iktidar bazı imkanları değerlendirecek ve buna benzer politikalar uygulayacaktır. Milliyetçilik her zaman düşman yaratarak var olur. Milliyetçilik üzerinden oy kazanacaksanız, her zaman düşman edinmeniz veya bir düşmana karşı oynamanız gerekir. Bahsettiğiniz risk her zaman var.
‘Muhalefet milliyetçi seçmene duygusal olarak ulaşmalı’
Burada muhalefetin rolü büyük. Muhalefet öyle bir dil kullanmalı ki, “Artık bir doktoru da yenebiliriz” diyen hanıma iman etmelidir. Bu, geçmişle hesaplaşarak veya geçmişi yeniden okuyarak yapılabilir. “Ben haklıyım” sadeliğinden sapmadan, MHP’ye ve AK Parti’ye oy verenlere duygusal olarak ulaşacak, onları anlayacak ve güvenlerini kazanacak bir dile ihtiyacımız var.
‘BU GÜCE ‘IRKÇI OLMA’ DEMEK İŞE YARAMAZ’
Evet, bazı insanlar güçlerini korumak için her şeyi yaparlar ama barış, özgürlük, adalet ve haysiyet gibi değerler etrafında yaşamak için söylemek ve yapmak çok değerlidir. Bu iktidara “ırkçılık yapmayın, düşman aramayın” demek bir işe yaramaz. Mevcut çıkarlarını korumak için bu dile ihtiyacı var. Haksız yere elde edilmiş o kadar çok sermaye ve güç var ki onu korumak için her şeyi yaparlar.
Muhalefetin, AK Parti seçmeni dahil bu “her şeye” karşı ortak paydada yaşamak isteyenleri anlayan, düşman yaratmayan, ötekini anlayan bir dil kurması gerekiyor.
‘MİLLİYETÇİ KONUŞMANIN YÜKLENMESİ KATKI YOK’
Muhalefetin ne yapması gerektiğine dair değerlendirmelerinizi biraz daha genişletmenizi isterim. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci versiyonuna geçilirken Kılıçdaroğlu’nun kampanyasının merkezinde milliyetçi seçmenin yer alacağı, milliyetçi vurgunun daha fazla ve üslubunun daha sert olacağı, kendisinin de seçim kampanyasına vurgusunu artıracağı söyleniyor. mülteciler ve “terörizm” tehlikesi. Görünüşe göre Kılıçdaroğlu ikinci tıp kampanyasını “daha milliyetçi” bir cumhurbaşkanı adayı olarak yürütecek. Milliyetçi seçmenin hem seçim hem de oy kazanmak için rakibine göre daha milliyetçi bir profil çizmesi ve kampanyayı bu temel üzerine oturtması verimli olur mu? İkinci cinse geçilirken kalan kısa sürede milliyetçi seçmeni ikna etmenin asıl formülü nedir?
Pratikte milliyetçi bir söylem oy toplamaya katkı sağlar mı? Ben öyle düşünmüyorum. Ya da muhtemelen sağlar ama öte yandan Kürt seçmeni kaybedebilirsiniz. Ayrıca, milliyetçilerin bir derdi varken neden milliyetçilik yapanlara el kaldırmak için oy versinler? Orijinali hala oradayken, taklit için oy vermeye gerek yok. Ama bence çok daha değerli bir sorun var. Herkesin milliyetçi olduğu bir ortamda totaliterliğin eksik taşları muhtemelen atılacaktır. Bir mantık veya yol izlenmesi ülke için, demokrasi için daha doğru olur kanımca: “Birlikte yaşamak” isteyenlerin isteklerini canlı tutacak, “birlikte yaşama” ve “barış” kültürünü güçlendirecek bir kampanya. Ülkede seçim sonuçları ne olursa olsun. Kısa vadede seçimler için sonuç getirmese de uzun vadede kaybettiklerimizi ve muhtemelen hiç inşa edemediklerimizi çok daha sağlıklı bir şekilde inşa etmemizi sağlıyor.
‘SEÇMENLER SORGULAMAZSIZ AKP’Yİ DESTEKLİYOR VE SORUSUZ ANLAMAK VE DUYMAK İÇİN HİÇBİR ŞEY GEREK YOK’
Evet, sabırsızız; Yılların bitmez tükenmez otoriter ve düşmanca dili ve baskısından bıktık, bir an önce “normal” bir hayat sürmek ve geleceğe inançla bakmak istiyoruz ama bu toplum yaralı kaldıkça pusuya yatmaya devam edeceğiz. şimdiki zamanın ötesine geçen düşmanca politikalarda. Dolayısıyla bu kültürün dilini doğru bir şekilde oturtmak, orta bir zeminde yaşamaktan yana olmak için hiçbir kesimi dışlamadan AKP’ye destek veren kesimleri “duymak” ve “anlamak” için çaba gösterilebilir. . Parti-devletin tüm çabalarına, kutuplaştırmaya ve düşmanlaştırmaya rağmen yaşadığı travma nedeniyle kendini güvensiz hisseden insanlarla alçakgönüllülükle yüzleşmeyi ve güven vermeyi çok değerli buluyorum. Sabırlı olmalısın. Klasik dindarlar, Aleviler, Kürtler, Karadenizliler, Egeliler, vatanını ve şehrini sevenler, her kesimden gençler, kadınlar ve kendini ifade etmek yerine kültürel kimliğiyle konuşabilen emekçi sınıflarla bir arada. sosyal zayıflıkları nedeniyle sınıflarıyla birlikte, meclis nezdinde toplumda demokrasiyi tesis etmeye çalışıyoruz. Bu bir “meydan okuma” olabilir.